• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Başkanlık sistemi ve en iyi tarafı

07 Aralık 2016
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Eski dönem padişahlarını bir tarafa bırakacak olursak, Meşrutiyet sonrası padişahların, başkanlık yetkileriyle dahi kıyaslanamayacak kadar sınırlı yetkileri vardı.

Siyaset çok partili bir sisteme sahipti. Seçimlere birden fazla parti giriyor, değişik hükümetler kuruluyordu (1908′den 1922’ye kadar geçen 14 yıl içinde tam 24 hükümet kuruldu).

Buna karşılık Cumhuriyetin 1923-1950 arasında geçen 27 yıllık döneminde sadece “Cumhuriyet Halk Partisi” var. Başka parti olmadığı için de, sürekli iktidardır. Bu yüzden halk seçimlere ilgi göstermemiş, meselâ 1931 genel seçimlerine katılım yüzde 45’te kalmıştır. Bu şartlar altında bile 20 bağımsız milletvekilinin parlamentoya girmeyi başarması, tek partiye karşı duyulan tepkinin göstergesidir.

Bu süreçte Karabekir ve arkadaşlarının kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17 Kasım 1924-3 Haziran 1925=6 ay kadar ömrü oldu)ile İnönü’yü kontrol altına almak için Atatürk’ün Fethi Okyar’a kurdurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930-(18 Aralık 1930=4 ay kadar ömrü oldu) gibi partiler, kurulur kurulmaz halkın ilgisine mazhar olmuşlar, bu yüzden, “henüz zamanı gelmedi”ği bahanesi ve “irtica” ithamıyla kapatılmışlardır.

Bazıları, Atatürk ve İnönü sevgisinden dolayı bu rejime “cumhuriyet”, hatta “demokrasi” dese de, rejim bal gibi “diktatörlük”tür! Bunu ben söylemiyorum, Atatürk’ün ve İnönü’nün yakın dostlarından Falih Rıfkı Atay söylüyor: 

“M. Kemal (Atatürk) de, İsmet (İnönü) de, nihayet, Enver (Paşa) gibi birer askerdirler. (Bu durumda) Ankara iktidarı, ister istemez kafasının dikine giden bir ‘askerî dikta rejimi’ olacaktır. Cumhuriyet, işin iç yüzünü ‘maskelemekten’ başka bir şey değildir.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya: Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar).

Şimdi 01 Nisan 1931 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nden bir yorum okuyalım:

(…) Kaç mebus alınacak? Hakiki vaziyeti hiç kimse tahmin edemez. Kati vaziyet Gazi hazretleri umumi listeyi ilan edince anlaşılacak.”

Asıl anlatmak istediğim şudur: Birinci ve İkinci Cumhurbaşkanının yetkileri Meşrutiyet dönemi padişahların yetkilerinden fazlaydı. Bunların bazıları Anayasa ve yasalarla yazılı olmayan yetkilerdi. İlkler, tarihi kişiliklerine dayanarak yasaların vermediği yetkileri de kullanırlardı. Yani “Başkan”dan öte “başkan”dılar… 

Sonradan, “cebren ve hile ile” devleti ele geçiren darbe liderleri de ilk padişahların yetkilerini dahi aşan yetkiler kullandılar. Astıkları astık kestikleri kestikti. Hukuk da, anayasa da, yasalar da rafa kalkmıştı.

Diyeceğim şu ki, Türkiye, başkanlık sistemine yabancı değil. Parlamenter sistemin hâlâ yerleşmemiş olması, bununla ilgili olabilir.

***

Başkanlık sistemi gelirse, sırf bakanlar dışarıdan atanabileceği için çok memnun olacağım…

Şimdi bunu söyledim ya, ülkemde hayli bol olan sosyal medya lafazanları ile fitne-fesat yuvaları, eminim bu sözüme bir kulp takacaklar: “Bahadıroğlu bakanlık bekliyor” gibisinden lâf çakmaya kalkışacaklar.

Peşinen söyleyeyim ki, siyasi konularda beklentisiz bir insanım. Zaten bu tür bir görevin gerektirdiği donanımdan da mahrumum. İçleri rahat etsin.

Beklentim ülkem içindir. Düşünüyorum ki, milletvekili bakanlar siyasi dengeleri gözetmekten zaman bulup gerçekçi icraat yapamıyor. Meselâ yıllardır çocuklarımıza eksik ve yanlış tarih okutuluyor…

Dışarıdan atanacak bir bakan siyasetin icabına göre değil, milletin ihtiyacına göre icraat yapabilir.

Belki o zaman, ömür boyu hasretle beklediğim “yerli-milli” bir eğitim ve kültür politikası izlenir,belki bir türlü değişmeyen ders kitapları da değişir, belki kültür “irfan”la buluşturulup, “hikmet”le desteklenir.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23