• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Bediüzzaman’ın tarih içindeki yeri

24 Mart 2015
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

23 Mart, Bediüzzaman Hazretlerinin vefat yıldönümüydü. Çanakkale Zaferi’nin yüzüncü yıldönümü münasebetiyle çıktığım ve başlığını “Anadolu’ya Yürek Seferi” olarak tespit ettiğim yoğun seyahatler yüzünden yazılarım aksadı...

Bu yüzden Bediüzzaman’ı da günü gününe yazamadım: Ruhaniyetinden özür diliyorum...

Önce dönemin dünyasına bakalım...

Bediüzzaman Said Nursi’nin gözlerini açtığı dünya, Aydınlanma Çağı düşünürleri öncülüğünde oluşturulmuş “para eksenli” bir dünyadır (Dünya savaşları, terör ve küresel krizler, bu dünyanın artık miadını doldurduğu sinyalini veriyor. Yeni bir hayat tarzı oluşturulamazsa çözülme ve çökme kaçınılmazdır)...

“Çok çalışıp çok üreterek çok para kazanma ve rahat yaşama” eksenine oturtulan “Aydınlanma” felsefesi, insanlara mutluluk sırrının “para”da saklı olduğunu telkin etmiş, insanlık pozitivist bir hayat tarzına itilmiş, fikri ve felsefi kimi akımlar Allah’a âdeta savaş açmıştır...

İnsanın yaradılış hikmetine taban tabana zıt olan bu yöneliş, insanı “üretim-tüketim” kıskacına alarak kısa sürede bunaltmış, bu bunalım yeni arayışları hızlandırmış, neticede güçlü bir alternatif olarak “komünizm” ve “faşizm” doğmuştur...

Bütün bu değişim ve dönüşümlerin, tabiatıyla Osmanlı Devleti’ne ve halkına birtakım yansımaları olacaktı. Sadece “küffar” olarak tanımladıkları, tarihi, sosyolojik, psikolojik, siyasî ve dinî değerlerini pek de iyi bilmedikleri Batı dünyasındaki köklü değişimle zihinler bulandı...

Bir taraftan da devlet, yoğun savaş baskısı altındaydı: Balkanlar ve Kafkasya’da, Rusya ile savaşıyorduk...

Rusya’nın Sırpları kışkırtması ile Bosna-Hersek ve Karadağ’da başlayan isyanlar, Avrupa’nın yarısını ve Osmanlı Devleti’nin tamamını etkileyecek kadar büyük bir savaşı başlatmıştı. 

Osmanlı tarihçilerinin Rumi Takvim’e göre “93 Harbi” dediği 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının, Osmanlı Devleti’ne yeni başlangıçlar yaptıracak kadar önemli sonuçları oldu.

Osmanlı Devleti, Meşrutiyet ilan ederek siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda büyük değişikliklere yol açacak olan anayasal parlamenter sistemi yürürlüğe koydu. 

Nisan 1877’de, Rusya’nın savaş ilanıyla Kafkas ve Balkan cephelerinde başlayan çarpışmalar, Osmanlı kuvvetlerinin sürekli olarak geri çekilmesi ile sonuçlandı. Ruslar, batıda Plevne’yi düşürdükten sonra, Balkanları boydan boya istila ederek, Ayastefanos’a (Yeşilköy’ün o dönemdeki adı) kadar geldiler...

Doğuda ise Ardahan, Oltu ve Kars’ı alarak Erzurum’a girdiler...

Bu esnada, Osmanlı Devleti’nde ekonomik kriz had safhada idi. Salgın hastalıkların yayılması parasızlık yüzünden engellenemiyordu. Halk, fakirlik ve salgın hastalıklardan bizardı. 

Savaşın sonunda Yeşilköy’de imzalanan “Ayastefanos Andlaşması” ile Osmanlı, Balkanlarla Avrupa’daki topraklarının neredeyse tamamına yakınını kaybetti. 

Tuna cephesinde Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlığına kavuştu ve Bulgaristan Prensliği kuruldu. Kafkas cephesinde ise Batum, Kars, Ardahan ve Doğubeyazıt Ruslara bırakıldı.

Olup bitenlerin, dünyaya hükmetmeye alışmış Osmanlı insanının üzerinde derin izler bırakması doğaldı. Bir taraftan da, Osmanlı Devleti’nin ödemesi gereken ağır savaş tazminatı, ağır ekonomik şartlarla bütünleşince korkunç bir çöküntü baş gösterdi. Yavuz ve Kanuni dönemlerinde ağzına kadar altın dolu olan Osmanlı Hazinesi, artık namerde muhtaç haldeydi: Devlet azınlıklara mensup Galata Bankerleri’ne boyun eğip borç alıyordu.

Her anlamda karışık hattâ kaotik bir dönemdi... İnsanların onuru zedelenmişti...

Haliyle aydınlar da şaşırmış, “Batıcılık”, “Türkçülük”, “İslâmcılık” gibi arayışlar arasında bölünmüşlerdi... Şaşkınlık kol geziyordu...

Yarın devam edelim inşallah...

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23