• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Büyükşehir yalnızlığı

15 Haziran 2016
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

İstiklâl Caddesi’nde yürüyorum. Vakit yatsı sonrası... Cadde alabildiğine kalabalık... İnsanlar bir birlerine sürtünerek geçiyor. 

Kimse kimseye gülümsemiyor, kimse kimseye selâm vermiyor, kimse kimseye hâl-hatır sormuyor...

Birbirlerine çarptıklarında söyledikleri tek kelime, “Pardon!” 

Fransızca kökenli bir kelime: “Bağışlayın, affedersiniz, özür dilerim” anlamında kullanılıyor... 

“Affedersiniz” sözcüğünü duymayalı çok oldu. Kimse kimseden “özür” dilemiyor. Ters ters bakıp geçiyoruz.

Büyük şehrin en kalabalık caddesinde yaşadığım yalnızlık ruhumu ürpertiyor. Ben ki, köy çocuğuyum: Dağ yalnızlığını bilirim, deniz yalnızlığını bilirim, orman yalnızlığını bilirim, ama büyük şehir yalnızlığını bu şehirde öğrendim. 

Ortamın kalabalık olması işe yaramıyor. Herkes kendi yapayalnızlığını sürüklüyor. Aynı şehirde yaşayan insanlar bir birlerini “dost”, “kardeş”, “komşu”, “arkadaş”, “hemşehri”, ne bileyimen azından “insan” gibigöreceklerine, “tehdit” gibi görüyor. 

Gecenin bir vakti, dağın başında yahut denizin ortasında hissetmediğim derin yalnızlığı İstiklâl Caddesi’nde hissediyorum...

Diyeceksiniz ki, terördendir! Değil. Terör öncesinde de aynı yalnızlığı defalarca hissetmiştim.

Belki de modern hayatın getirisidir!

Nostaljik tramvay zillerini öttüre öttüre önümden birkaç kez geçiyor. Her geçişinde dikkat kesiliyorum: Bakalım birbirleriyle sohbet edenler var mı? Yok. Tramvayın içindeki kalabalıkta sohbet eden kimse yok. İnsanlar ya amaçsızca caddeye bakıyor, ya uyukluyor ya da telefonla oynuyor (bir çuval parayla satın alıp cebe koymaya kıyamadıkları ‘cep telefonu’yla neler yaptıklarını gerçekten merak ediyorum). Onlar da yapayalnız. Eğlenmek için bindikleri nostaljik tramvaydaki yolcular, kendi yalnızlığını taşıyor.

Kalabalıklaşmak için Ağa Camii’ne sığınıyorum. Ağa Camii avlusunda gencecik Nazım Hikmet karanlığa saklanarak, “Ağa Camii” şiirini yazıyor (1921):

Havsalam almıyordu bu hazin hali önce,

Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce...

Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;

Allah’ımın ismini daha çok candan andım.

Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,

Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.

Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,

Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu.

Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen

Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!

Şairler tuhaftır: Necip Fazıl “bohem hayat”tan “mânevi hayata” geçiş yaparken, Nazım maneviyattan komünizme geçmiş...  

Camie giriyorum. Teravih namazını kılan cemaat çoktan dağılmış. Ağlamaklıyım. Ortaya çöküyorum. “Ya Hakk” çekiyorum içimden. Çok tuhaf, burada kendimi yalnız hissetmiyorum. Ruhum sükünet buluyor. Bakınıyorum...

Necip Fazıl, Abdülhâkim Arvasi’nin dizinin dibine çömelmiş, gülümsüyor. 

1978’de “O’na” yazdığı muhteşem şiirin giriş mısraları akıyor kulaklarıma:

Benim Efendim! 

Ben sana bendim! 

Bir üfledin de 

Yıkıldı bend’im. 

Ben ki, denizdim. 

Dağ başı bendim. 

Şimdi sen oldun, 

Âleme pendim.

Benim Efendim. 

Cehennemin ortasından Cennet fışkırıyor. Gülümsüyorum.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23