• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Demir ağlarla ördük mü, örmedik mi?

01 Aralık 2017
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Benim çocukluğumda da Türkiye, şimdiki gibi zıtlaşmalar, farklılaşmalar, kutuplaşmalar, inatlaşmalar dünyasıydı. Yine de beni en çok okul ile aile arasında kalmak incitiyordu. Okulda öğretilenler başka, anne babamın öğrettikleri başkaydı. Biri Mersin’e, diğeri tersine! Ama acaba hangisi tersine gidiyordu? Tam bir “değerler karmaşası” yaşıyordum…

“Karmaşa” yer yer “zıtlaşma”ya dönüşüyordu:

“Ya Atatürk, ya Vahideddin!”

“Ya Cumhuriyet, ya hilafet!”

“Ya dünya, ya ahiret!”

“Ya Herru, ya Merru!”

Bazen ölümlerden ölüm beğenmek zorunda bırakılmış idam mahkûmlarına benzetiyordum, kendimi: Ruhum eziliyordu: “Kırk katır mı, kırk satır mı?” Sorusu soracaklar diye ödüm kopuyordu.

“Aşağısı sakal, yukarısı bıyık” hesabında kala kalmıştım. Söylenenlerden hangisinin “doğru” olduğunu kestiremiyordum. Bunalıyordum, tökezliyordum, travmalar (sarsıntı) yaşıyordum.

On dört-on beş yaşlarında bir çocuktan elbette derin analizler yapıp “doğru”yu bulması beklenemez… Ya teslim olursunuz ya da hırçınlaşıp isyan edersiniz… Ben hırçınlaştım. An oldu anne babama, zaman oldu öğretmenlerime isyan ettim… En olmadık zamanlarda baş kaldırdım.

Bu da bir nevi benim kaçışımdı galiba, bir anlamda çevremden, diğer anlamda ise kendimden kaçıyordum. Başka çarem yoktu: Çünkü mantık tepetakla olmuştu…

İlkokula başladığım günlerde, “En çok kimi seviyorsun?” sualiyle başlayan sorgulanma, lise çağları sonuna dek sürdü. Ailede öğrendiğim gibi “Allah’ı seviyorum” desem öğretmenim, “Atatürk’ü seviyorum” desem ailem bozuluyordu. Sonunda işin “püf noktası”nı keşfettim: Evde “Allah’ı seviyorum” dedim, okulda “Atatürk’ü…”

Ailem de, öğretmenlerim de mutlu oldular, ancak ben hâlâ mutsuz, cevapsız sorular yumağında hâlâ buruktum. 

Okulda ezberletilen “Onuncu Yıl Marşı”nı bizim eve taşıyıp babamın seferden döndüğü akşam bağıra bağıra keyifle okuduğumda, tıpkı öğretmenlerim gibi, babamın da sevineceğini ve beni ödüllendireceğini sanmıştım.

Fena halde yanıldığımı, babamın suratı düşünce anladım. Neye uğradığımı şaşırdım. Anladım ki ikiyüzlülük bir yere kadar işe yarıyor! Koskoca öğretmenler bunu bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı ise, bizi neden ikiyüzlü olmaya zorluyorlardı?

Babam sevinir umuduyla bangır bangır okumaya başladığım “Onuncu Yıl Marşı”nı, babamın suratı asılınca, mırıltıya gömdüm: “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan…” 

Ellerini iki yana açtı babam: “Hani göster bakalım” dedi, “nereleri örmüşsünüz demir ağlarla?”

“Örmedik mi?” diye sordum şaşkın şaşkın.

“Örmediniz elbet” dedi, “sadece Ankara ile Sivas arasına tek hat döşediniz. Yirmi yedi senelik kesintisiz iktidarın tüm eseri bundan ibaret mi olmalıydı?”

Sonra atlası getirmemi istedi, getirdim. “İstanbul’dan Bağdat’a, Bosna’ya Medine’ye kadar demiryolları yapan Sultan Abdülhamid’dir, demir ağlarla örmek böyle olur!”

 Öğretmenlerim “demir ağlarla ördük” diyorlardı, babam “örmedik” diyordu. Ertesi gün, babamdan aldığımı öğretmenime satmak istedim: 

“Öğretmenim demir ağlarla anayurdu dört baştan örmemişiz, öyle mi?”

Yanından kovdu. Babamın mı, öğretmenimin mi haklı olduğunu düşüne düşüne yıllar geçti.

Ah o yıllar!

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23