• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Feth-i mübin

29 Mayıs 2013
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Bir kez daha belirtmeliyim ki, Osmanlı Devleti, Konstantiniye’yi fethetmek üzere kurulmuştur. Başka türlü, Kayı Âşireti’nin Ahlat civarından kalkıp Bizans istikametine, yani tehlikenin içine yürümesini izah etmek imkânsızdır. Çünkü Bizans o tarihte en büyük bölgesel güçtür. Üzerine yürümek şöyle dursun, yakınından geçmek bile intihardan farksızdır.
Böyleyken, küçücük bir aşiretin böylesine bir tehlikeye atılması son derece güçlü bir motivasyon kaynağından beslenmesini gerektirir. Bence bu güçlü kaynak, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in, Konstantiniye (İstanbul) fethine ilişkin hadis-i şerifleridir. Bu hadis sanırım Ahmet Yesevi Hazretleri’nin “Alp Erenler”i tarafından Kayıhan Aşireti yöneticilerinin kulaklarına fısıldanmıştır. Ve aşiret, Peygamber’inin işaret ettiği istikamette “mutlu ordu” sıfatını kazanmak için Batı’ya yönelmiştir. Bence “Feth-i Mübin” bu yürüyüşle başlamıştır.
Kayı Aşireti, Horasan’dan Söğüt’e, arkasında mezar taşlarından izler bırakarak yürürken, güçlü bir devlet olma hayalini de beraberinde taşıyor, bunun kalıcı olmasının Konstantiniye’nin fethine bağlı bulunduğunu seziyor ve hiç şüphesiz, “Konstantiniye mutlaka fetholunacaktır” müjdesini mukaddes bir muska gibi kalbinde taşıyordu.
“Bir toplum çok zor şartlarla karşı karşıya kalır ve bunlara karşı kendinde direnme ve meydan okuma gücü bulursa, mutlaka büyür ve güçlenir” demekte, İngiliz tarihçi Toynbee çok haklı.
Kayı Âşireti, Anadolu’nun Doğu bölgesinde kalmak yerine Batı’ya rota tutarken, bölgede tutunabilmenin zorluklarını elbette biliyor, fetih yolunda bir anlamda ateşle imtihanı göze alıyor, hatta buna talip oluyordu. Biliyoruz ki, Konstantiniye’nin “bir gün mutlaka” fethedileceğine dair Peygamber müjdesini alan Müslümanların yüreği, o günlerden başlayarak İstanbul surları önünde vurmaya başlamıştı.
Müthiş arzu ve istekler zamanla ordulaşıp hamleye geçti. Selçuklular büyük Malazgirt Zaferi’nden sonra İstanbul’a yaklaştılar. İznik’i fethedip kendilerine başkent, yani yönetimin kalbi yaptılar. Halis niyetleri İznik’i bir atlama taşı olarak kullanıp gerektiğinde saldırılar düzenleyerek Bizans’ı taciz etmek, en azından mevcudiyetlerini hissettirmekti. Peygamber müjdesine bu kadar yaklaşmış olmaktan duydukları mutluluğu da hesaba katmak lâzım...
Çünkü özellikle o çağlarda, milletlerin yaptığı her büyük hamlenin odak noktası dindi. İhtimal o günkü imkânlarla denizi aşıp Bizans’ı fethetmenin imkânsızlığını biliyorlardı. Deniz geçilse bile Bizans’ın son kalesi ve kalbi Konstantinopolis’i çepe çevre saran kalın ve muhkem surları yerle bir edecek güçten mahrumdular.
Bu sebepten, harp meydanlarında yerden yere vurdukları “Bizans keferesi”nin muhkem kalesine giremediler. “Feth-i Mübîn”i zamana bırakırken, düşmanı taciz ve yıpratma konusunda ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Selçuklu Devleti misyonunu tamamlayıp tarih sahnesinden çekilirken, İlâhî bir tecelli olarak Osmanlı Devleti tarih sahnesine çıktı; fetih bayrağını devraldı.
Fetih yolunda yürüyen Kayıhan Aşireti’ninin yiğit serdarı Ertuğrul Gazi, Yassıçemen mevkiinde Selçuklularla savaşan Moğol ordusuna tereddütsüz saldırıp zafer tacına ortak oldu.
Selçuk Sultanı Keykûbad’la Kayı Âşireti’nin genç serdarı Ertuğrul Gazi arasında cereyan eden kısa çadır sohbeti, sanki bir devr-i teslim töreniydi: Anadolu’yu Müslümanlaştırma ve Türkleştirme misyonunu üstlenen Selçuklular, fetih bayrağını, yeni doğuşun müjdecisi olarak, Anadolu’ya ayak basan Osmanlı soydaşlarına teslim ediyor, şerefleri, şanlarıyla tarih sahnesinden çekilmeye hazırlanıyorlardı.
İhtimal o sıralar, bu muazzam devr-i teslimin farkında değillerdi. Ama tarihin tecellisi mezkûr buluşmanın esas mahiyetini çiziyor, Sultan Keykûbad’dan nasibini alan Ertuğrul Gazi, bir avuç kahramanıyla, aşiretine ikram edilen topraklara yürüyüp nihayet Söğüt’e yerleşmek suretiyle mukadder fethe ilk büyük adımı atıyordu.
Zaman içinde, çevredeki Bizans kaleleri bir biri arkasından düştü. Artık Osmanoğulları diye anılan Kayılar, Marmara Denizi’ne dayandılar (1308). Fetih yakındı ve “mutlaka” gerçekleşecekti.
 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23