• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Geleneklerimizde “kadına şiddet” var mı?

12 Aralık 2014
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Geçenlerde bir televizyon kanalında, “Kadına şiddet” konusu tartışılırken, bir kadın, “Kadın dövme geleneğimiz var!” diye bas bas bağırınca, derinden bir “Lahavle” çektim.

Çünkü böyle bir gelenek yok…

Bir konunun “gelenek” olabilmesi için ya İslam’dan ya da Selçuklu-Osmanlı terkibinden gelmesi lâzım.

Asr-ı Saâdet’de böyle bir şey var mı? Yok!

Selçuklu-Osmanlı terkibinde var mı? Yok!

O zaman nasıl “gelenek” oluyor?

Geleneğimizde kadına “şiddet” yok, “hürmet” var.

O kadar ki, Peygamber Efendimiz, vahye dayalı “Yürek inkılâbı”nı kadın üzerinden gerçekleştirmiş; Risaletten önce diri diri gömülen kadını kurtarıp hayata katmış, saygınlık kazandırmış, eşlerine daima saygı ve sevgi çerçevesinde yaklaşmış, onları övmüş, yük olmamak için de kendi işini kendisi görmüştür.

Peygamberimizin herhangi bir eşine bir fıske vurduğunu, hatta onlara bağırdığını, azarladığını söyleyen tek bir rivayet dahi yoktur. Bu yüzden eşlerini döven dindar Müslümanların referansı Peygamber Efendimiz değildir.

İsterseniz daha erken zamanlara, insanın yaradılış dönemine gidelim: Hz. Âdem’in yanında bir kadın görüyoruz: Hz. Havva…

Hz. Havva, Cennetten çıkarıldıktan sonraki hayatıyla sabrın, dirayetin ve direncin timsali olmuş, tamamen yabancısı olduğu bir dünyada, duyguları sayesinde hayatta ve ayakta kalabilmeyi başarmış, Selçuklu-Osmanlı kadınına bu haliyle en güzel örneği teşkil etmiştir.

Bu bağlamda her kadın biraz Hz. Havva’ya dönüşmüştür. 

İkincisi Hz. Hacer: Bebeğiyle çölde yalnızlaştırıldığı demde umudunu yitirmeden bebeğine su aramaya çıkan ve bu canhıraş çabası Zemzem’le ödüllendirilen “anne”…

Osmanlı annesi, hayata Hacer’ce yaklaşır, pes etmeyi, vazgeçmeyi bilmezdi.

Üçüncüsü Hz. Asiye: Firavun’unsarayında Hz. Musa’yı büyüten aklın ve iradenin timsali olarak büyük bir örnektir…

Hz. Asiye, Firavun gibi kuşkucu birinden kaynaklanan tüm zorlukların üstesinden gelmiş, aklı ve zekâsıyla sorunları aşıp bir büyük Peygamber’e “annelik” etmişti… Her Osmanlı kadını Asiye gibi olmak ister, o örneğin ışığında ailesine yönelik tüm saldırıları püskürtmeyi başarırdı…

Dördüncüsü Hz. Meryem: Horlanıp dışlanmasına rağmen, oğlunu doğurup büyütmüş, “kadın” kimliğiyle tüm hayata meydan okumuştu.Osmanlı kadını da, yeri geldiğinde tüm hayata meydan okur, bir anda Meryemleşip tüm tehdit ve tehlikeleri göğüslerdi…

Beşincisi Hz. Hatice: Efendimiz’in Peygamberliğini ilk o öğrenmiş, ilk o tabi olmuş, maddi-mânevi tüm varlığını Peygamber-i âlişan’ın emrine tereddütsüz tahsis etmiş, bu teslimiyeti ve kararlılığıyla da Allah’ın selâmına mazhar olmuştu…

Efendimiz, ondan şöyle bahsediyor: “Bütün insanlar beni yalanlarken, o beni tasdîk etti; insanlar benden kaçarken, o beni malı ile destekledi...” 

Kız çocuklarının “ihtiyaç fazlası” sayılarak diri diri toprağa gömüldüğü bir dünyada, Hz. Hatice âşık olduğu erkekle evlenme iradesini gösteriyor…

Hz. Hatice Validemiz’in bu tavrı, erkek egemen bir dünya düzenine derin ve anlamlı bir meydan okuyuştur; bu bakımdan, sadece Müslümanlığıyla değil, meydan okuyan kadınlığıyla da Osmanlı kadınına örnek ve önder olmuştur.

Altıncısı Hz. Ayşe: Erkeklerin iftirasına(meşhur Ifk Olayı) uğrayıp herkes tarafından terk edildiği dönemde bile dimdik ayakta kalabilmiştir.

Osmanlı toplumunda kadına bu çerçevede bakılmış, her kadın biraz Havva, biraz, Asiye, biraz Meryem, biraz Hatice, biraz Ayşe; nihayet “potansiyel anne” ve “anne” olarak hürmet görmüştür.

Dini ve milli geleneğimizde bunlar var…

Yarın inşallah Osmanlı kadınının haklarından söz edelim…

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23