Hayatla nasıl ilişki kuracağız?
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en belirgin özelliklerinden biri sosyal ve duygusal bir varlık olmasıdır.
Hz. Havva, Hz. Âdem’in sosyal yönünün ürünüdür…
Sosyalleşme ihtiyacı içinde yaratıldığından dolayı, ilk insan Hz. Âdem, Cennet’te bile tek başına yaşayamamış, bir arkadaş, dost, can yoldaşı arayışı içine girmiş, sonunda Allah’tan Hz. Havva’yı istemiştir.
İnsanın ilk duygusal yaklaşımı ise, yine Hz. Havva ile Hz. Âdem arasında yaşanmıştır…
Yasak meyveye karşı tavırları bile duygusallıklarının ürünüdür.
Sonrasında Cennet’ten çıkış ve ilk büyük yalnızlaşma…
Koskoca dünyada iki insan düşünün: Uzun bir yalnızlık sonrasında buluşturulmaları da duygu yoğunluğu içinde yaşanmış bir sosyal hadisedir.
İnsanlar arasındaki duygu yoğun sosyal ilişki binlerce yıl devam etti…
Sonra modern çağ geldi ve insan adım adım “yalnızlaşma” sürecine girdi.
Bir bakıma “sosyalleşme” bitti, “yalnızlaşma” başladı…
Yalnızlaşma, “yozlaşma”yı getirdi beraberinde… “Her koyun kendi bacağından asılır” oldu.
Ruhsal-duygusal ihtiyaçlarımız ise, aşırı derecede geri plânda kaldı…
Netice olarak, yalnızlık girdabında sancılı bir hayat sürmeye başladık...
Hatırlayalım: Eskiden yolda karşılaşan insanlar, tanışsınlar tanışmasınlar, birbirlerine gülümseyerek selam verir, biraz göz aşinalığı varsa hal hatır sorarlardı…
Şimdi aynı evin sakinleri birbirlerine gülümsemiyor, selâm vermiyor, hatta iletişim kurma gereği duymuyoruz…
Galiba yeterince birbirimizi sevmiyoruz: Sevmediğimiz için de birbirimize güvenmiyoruz.
Sonuçta daha beter yalnızlaşıyoruz.
Git gide yalnızlaşan insan, televizyona, bilgisayara, cep telefonuna, internete, v.s. kaçıyor…
Böylece kendi hayat alanını biraz daha daraltıyor…
Hayat ev, iş, bilgisayar üçgenine biraz daha sıkışıp tıkanıyor...
İnsan biraz daha yalnızlaşıyor!..
İnsan hayatı biraz daha rutinleşiyor.
***
“Yalnızlaşma”ya kısmen bağlı olarak gelişen başka bir tehdit ve tehlike daha var: Standardizasyon…
Bu da mı ne?..
Şu ki, hepimiz az-çok o yılın “moda”sına göre giyiniyoruz…
O yılın “moda” şarkılarını (müzikleri) dinliyoruz…
O yılın “moda” renklerini seçiyoruz…
O yılın “moda” yayınlarını okuyoruz (kitapta da moda oluştu maalesef)
“Moda” mekânlara takılıyoruz!..
“Moda” filmlere gidiyoruz!..
“Moda” mobilyalar alıyoruz…
Aynı uyku setlerinde uyuyoruz…
Ve aynı şeyleri yiyip içiyoruz. (Ya ayranımızı, şıramızı es geçip reklamların dayattığı belli marka hamburger eşliğinde coca cola içiyoruz, ya da lahmacunu, etli ekmeği ıskalayıp pizza tıkınıyoruz!).
Kısacası, “tornadan çıkma” tiplere dönüştük, sadece “TSE” damgamız eksik!