• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

“Hoşgörü”den “horgörü”ye

01 Mayıs 2017
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Okuduğum ortaokulun kapısının üstünde, şöyle bir cümle vardı: “Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister.”

Her okuyuşumda kendimi Muhafız Kıtası Komutanı gibi hisseder, kasılabildiğim kadar kasılır, cumhuriyete ilişkin ne varsa “muhafaza” altına almak için güçlü bir arzu duyardım.

Ayrıca artık sizin de tanıdığınız Başöğretmenim Hikmet Bey, ilkokulun ilk sınıflarından itibaren bize “koruma-kollama aşkı” aşılamıştı. Henüz kavrayamadığımız cumhuriyeti, anlamını dahi bilmediğimiz laikliği ve tüm Atatürk ilkelerini biz koruyacaktık!

Ona göre, “Üç tarafımız denizlerle, dört tarafımız düşmanlarla çevrili”ydi. Cumhuriyete uzanan elleri kıracağımızı, laikliğe uzanan dilleri koparacağımızı söylerken, bacaklarının üstünde yaylanırdı: Saldırdı saldıracak sanırdınız!

Bu öğretiler sonucu “düşmanlıklar” o raddeye geldi ki, siyaset, hatta kıyafet farklılığı yüzünden millet kamplara bölündü: Açıklar-kapalılar, evetçiler, hayırcılar! 

Kimse kendi doğrusu dışında “doğru” tanımıyor.

Çoğumuz “tek yol” yolcusuyuz! Kimine göre, “tek yol devrim”, kimine göre “tek yol laiklik”! Tek görüş, tek fikir, tek düşünce, tek siyaset, tek renk: Her yerde sadece “biz” ve “bizimkiler” olmalı!..

Herkes bizim gibi inanmalı, bizim gibi düşünmeli, bizim gibi giyinmeli, bizim gibi yaşamalı; herkes bizim inançtan, bizim mezhepten, bizim tarikattan, bizim cemaatten, bizim aşiretten, bizim siyasetten olmalı! “Dünyamızda başka kimseye yer yok!”

“Biz” iyiyiz, “onlar” kötü; “biz” doğruyuz, “onlar” yanlış; “biz” sevabız, “onlar” günah; “biz” cennetiz, “onlar ” cehennem; “biz” gerçeğiz, “onlar ” sanal; “biz” milletiz, “onlar” illet! 

Kısacası, “biz” her şeyiz, “onlar” hiç bir şey!

Böyle algılandıkça, ister istemez, “Onlar bizi yok etmeden, biz onları yok edelim” duygusu insana hâkim olur. Bu duygunun devamı hazımsızlık, çekememezlik ve nihayet şiddettir: En küçük meseleleri abartıp birbirimizin gırtlağına dalarız!

“Eğitimde müfredat değişiyor” dediklerinde, ilk aklıma gelen bu oldu: “Çocuklarımıza nefret yerine sevgiyi, hüküm yerine merakı, ezber yerine bilgiyi, ‘farklı’ düşüneni hor görme yerine farklılıklara tahammülü ve farklılıkları hazmetmeyi (uzlaşma kültürü) öğretmemiz lâzım” diye düşündüm.

Eskiden böyle katı değildik. Dindaşlarımızı “kardeş” olarak görürken, yabancılara “türdeş” olarak saygı gösterirdik. Fethettiğimiz bölgelerde yaşayan halklara müsamaha ile bakar, inançlarına, ibadetlerine, kıyafetlerine karışmazdık.

İşte buyurun: Fatih Sultan Mehmed’in fethettiği Bosna’daki Lâtin papazlarına verdiği 883 (1478) tarihli fermana bakın (bugünkü dille özet):

“…Rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü eman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki… söz konusu rahiplere hiç kimse tarafından gadredilmeyecektir.”

O müsamahadan bu katılığa nasıl geldik dersiniz?..

Hoşgörümüz nasıl “horgörü”ye dönüştü? 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23