• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

“Kadı-ul Kudat” nasıl “Ombudsman” oldu?

06 Ocak 2016
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

“Ombudsman” kelimesini duymuşluğunuz vardır. “Arabulucu” anlamına gelen “ombuds” ve “kişi” mânâsına gelen “man” kelimelerinden oluşan bu terkip, kabaca “arabulucu” anlamında kullanılır.

Oryantalistlerin iddiasına göre, ombudsmanlık, 1713 yılında İsveç’te görülmeye başlamış, 1809’da ise Anayasaya girerek anayasal bir kurum halini almıştır. 

Aslında Osmanlı Devleti’nde aynı işlevi gören bir kurum, devletin kuruluşundan beri mevcuttur. Adına da “Kadı-ul Kudat” (Kadıların Kadısı-Büyük Kadı-Şeyhülislâm veya Kazasker) denmektedir. Görevi, padişah dâhil olmak üzere yüksek devlet memurlarını denetlemek, daha da önemlisi halkın birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerinin makul ve âdil ölçüler içinde düzenlenip düzenlenmediğini kontrol etmektir.

Haksızlık, uygunsuzluk ya da usulsüzlük tespit etmesi halinde uyarır, olmazsa cezalandırır, böylece halkın haklarını korur, gücün zulme dönüşmesini engeller, memurların adaletsizliğini önlerdi.

Yani “Ombudsmanlık” denen mekanizmayı ilk Osmanlılar buldu ve devletin ayrılmaz parçası yaptı.

Yeni usuller denemekte oldukça mahir olsak da, kendi meziyet ve kabiliyetlerimizi keşfetmekte pek mahir değiliz…

Nitekim bu meziyetimizi, Osmanlı tarihine “Demirbaş Şarl” ismiyle geçen İsveç Kralı meşhur XII. Charles keşfetti. 

XII. Charles, 1709’da giriştiği Polta Savaşı’nda Rus Çarı Deli Petro’ya yenilmiş, 1500 civarında subay ve askeriyle birlikte kılpayı kaçıp Osmanlı Devleti’ne sığınmıştı. Beşyıl kadar Edirne yakınlarındaki Demirtaş Paşa Konağı’nda misafir edilip ağırlandı (bu konuyu ayrıca ele almayı düşünüyorum).

İşte bizdeki “Kadı-ul Kudat” sistemini o zorunlu misafirliğinde fark etti. Fark eder etmez de kendi yokluğunda devletinin iyi yönetilmesi için bir “Kadı-ul Kudat” tayin etti, ama tabii ismi böyle değildi. Osmanlı’nın “Kadı-ul Kudat”ına İsveç’te “Ombudsman” deniliyordu.

Gariptir ki, bu kurum dünyaya Osmanlı’dan değil, İsveç’ten geçti.

Bugün Avrupa Birliği de “Ombudsman” kullanıyor. Bunlardan biri Yunanlı Nikiforos, diğeri Fransız Jean Paul Delevoye’dir. Bereket versin bu isimler zaman zaman ombudsmanlığın bir Türk müessesi olduğunudillendiriyorlar.

Ama kimin umurunda? hepimiz siyasetle öylesine doluyuz ki, kültür ve medeniyetle ilgilenecek vaktimiz yok!

Şimdi size “Kadı-ul Kudat”ın ne anlama geldiğini çarpıcı biçimde ortaya koyan bir olay nakledeceğim…

Devir Yavuz Sultan Selim devri…

Yavuz, suçlu bulduğu hazine muha­fızlarından 150 kişinin öldürülmesini emrediyor. Bunu duyar duymaz, Şeyhülislâm Zembilli Ali Cemali Efendi, hışımla saraya gidiyor.

 Padişah’tan idam emrini geri almasını istiyor: “Duydum ki, 150 adamın öldürülmesini­ emretmişsiniz. Onların öldürülmesi şer’an (dini hukuka göre) caiz de­ğildir.” 

Yavuz Sultan Selim: “Dünya işlerine fazla karışma” diye uyarınca da, Hoca, tehditkâr bir üslupla kükrüyor: “Ben senin ahiret işlerine karı­şıyorum. Bu benim vazifemdir. Eğer affederseniz kurtuluş bulursunuz, aksi takdirde büyük bir cezaya çarptırılırsınız!” 

Padişah bu tehdide kızacağına, yumuşuyor: “Tamam, dediğin gibi olsun.” 

Birliktelikleri sohbet kıvamında sürerken, Zembilli bir teklifte bulunuyor:

“Az önce söylediklerim ahretinize aitti, şimdi de mürüv­vetinize ait bir söz söyleyeyim.”

“Nedir, söyle bakalım.” 

“Saltanatınıza yakışan odur ki, affettiğiniz bu insanları eski görevlerine iade edesiniz.” 

Padişah gülümsüyor: “Tamam. Ancak hizmetlerinde kusur eder­lerse, tazir cezası ile cezalandırırım haberin olsun.” 

Şey­hülislâm Zembilli de gülümsüyor: “İslâm hukuku tazir cezalarını, sul­tanın takdirine bırakmıştır.” (“Şakâyık-ı Nu’mâniyye”den naklen “İlmiye Salnâmesi”, İstanbul 1334, s. 310-311).

Türkiye’ye “Ombudsmanlık” lâzım mı, değil mi, siz söyleyin.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23