• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Osmanlı Devleti ve kurucuları

30 Ocak 2016
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Tartışmalı olmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nin 27 Ocak 1299’da kurulduğu genel olarak kabul edilir... 

Bu hesapça, şanlı devletin kuruluş günlerindeyiz. Mübarek olsun.

Bazı devletler gibi, kuruluşuna başkaları karar vermedi, sınırları cetvelle çizilmedi, nice imanlı, kararlı, idealist insanın emeği, kanı, canıyla kuruldu. Hepsine selam olsun.

Devletin temellerini atan Kayı Boyu mensupları Van bölgesinde Anadolu’ya girdiler. Ahlat civarında sekiz sene kadar dinlenip “devlet tefekkürü”nü demledikten sonra, Ankara istikametine yöneldiler ve nihayet Söğüt-Domaniç bölgesine yerleştiler.

Civardaki Bizans kalelerini bir bir düşürüp İstanbul’a yöneldiler. Zaten bu gelişin amacı İstanbul fethiydi. 

Asıl amaç Allah adını ilâ etmek, yaymak ve yüceltmekti (İ’lâ-yı Kelimetullah). Bunu bilen gazi dervişler, abdallar, Alperenler, kısacası yürek adamlar kitleler halinde Osmanlılara katılıyor, Osmanlı ordusu git gide evliyalar ordusuna dönüşüyordu.

Cihan hâkimiyeti mefküresi önce yüreklerde tutuşuyor, zaman içinde ise bütün dünyayı kuşatıyordu.

Öyle ki, Yavuz Sultan Selim döneminde “dünya bir padişaha çok, ama iki padişaha az” (Yavuz’un sözüdür) geliyordu.

Yeni kurulan “Yürek Devleti”nin özü Peygamber-i Alişan Efendimiz’in “fetih” müjdesiydi. Maksat mal- mülk biriktirmek, şan-şöhret kazanmak değil, Peygamber-i Alişan Efendimiz’in müjdesine ulaşmak, “övülmüş ordu-övülmüş millet” olmaktı.

Kurulan bir “Sünnet Devleti”ydi kısacası...  

“Sünnet Devleti”, özü “insan” (kurulan deletin maneviyat önderi Şeyh Edebali, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” demişti) olan büyükbir “Sünnet Medeniyeti” inşa etti. Çeşitli inançlara sahip topluluklar bu medeniyet algısı içinde asırlar boyu huzur içinde yaşadılar.

Ne zaman ki, kuruluş gayesini unutup, başkalarına (Avrupalılara) benzemeye başladılar, içlerine “fitne” girdi. Yükselme-yücelme dönemi kapandı. Gerileme başladı.

Artık Şeyh Edebali gibi maneviyat önderleri de yetişmiyordu.  

Gelin onu Neşri tarihinden (Cihannüma) okuyalım:

“...Osman Gazi’nin halkı arasında bir Şeyh-i Aziz var idi: Edebali derlerdi. Gayret Sahibi kimselerdendi. Halkın itimadını almış tüm illerde meşhur olmuş idi. Dünyası sonsuzdu. Kendine derviş yolun tutarlardı. Hatta derviş deyü lâkap iderledi. Bir zaviye yapıp gelen ve gidene hizmet ederdi. Zaman zaman Osman Gazi dahi ona misafir olurdu.”

Zaviyede misafir kaldığı bir gecenin sabahında, Osman Gazi’yi namaza kaldırmaya gidenler, yatağını bozulmamış, kendisini ise ihtiram duruşunda bekler buldular. 

Gözleri rahledeki Kur’an’daydı. Kur’an’a saygısından dolayı sabaha kadar ayakta beklemişti. Durumu Şeyh Edebali’ye bildirdiklerinde, Osman Bey’e sordu: 

“Neden uyumadın?”

Osman Bey boynunu büktü, içten gelen bir teslimiyetle fısıldadı: 

“Kelam-ı Kadim karşısında ayaklarımı uzatıp uyumayı içime sindiremedim.”

Rivayete göre, Şeyh, “Kelam-ı Kadim’e duyduğun bu hürmet yüzünden Allah neslini aziz edecek” diyerek, kızını Osman Gazi’ye nikâhlamaya, bu olay üzerine razı oldu.

Yani Osmanlı Devleti’ni kuranların Kelam-i Kadim’le ilişkileri sapa sağlamdı. Osman Gazi, bunu oğluna da yansıtacak ve ölüm döşeğinden şöyle vasiyet edecekti:

“Allah’ın emirlerine aykırı işler işlemeyesin... Bilmediklerini ulemadan sorup öğrenesin... Farklı inançlara mensup olanları hoş tutasın... Zalim olmayasın... Alemi adâletle şenlendiresin... Allah için cihadı terk etmeyesin... İlim ehlini el üstünde tutasın.”

Yeniden büyümek istiyorsak, yol belli, yöntem belli...

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23