• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

“Övgücü”lerden kurtulmak kolay değil!

05 Kasım 2018
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Sayın Cumhurbaşkanımıza övgüler düzen Rektör’ün istifa etmek zorunda bırakılması (bu konuda birkaç örnek daha var), eskiden ödüllendirilen hareketlerin, artık cezalandırılmaya başlandığını düşündürüyor.

Türkiye’yi yönetenlerin, sağlıklı karar verebilmeleri açısından bu çok önemlidir.

Padişahların da dalkavukları vardı, ancak meslekleri zaten bu olduğu için ciddiye alınmazlar, gülünüp geçilirlerdi.

Sonra her meslekten “dalkavuk” türedi. Söylenenlerin hangisinin “övgü”, hangisinin “gerçek” olduğunu ayırt etmek zorlaştı.

Tarihimizin son yüz yıllık kesitinde başı dalkavuklarla en dertte olan liderlerin başında Atatürk geliyor. “Övgü”ye çok müsait bir konumda bulunması “övgücü”leri fevkalâde iştahlandırmış, bazı şairler,

“Kaç yıldır Türkçeydi Tanrı’nın dili/ İnsana ne ilâh, ne de sevgili,

Ne de ana-baba aratıyordu/ Her an yaratıyor, yaratıyordu” (Behçet Kemal Çağlar) derken, bazıları “İslâmiyet’in yerine yeni bir din koymak lâzımdır ki, o da Kemalizmdir” diyor, hatta Şeref Aykut, “Kemalizm dini, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık, devletçilik, laiklik ve halkçılık prensiplerine dayanmalı” diyebilecek kadar ileri gidiyordu. Sonunda Edirne milletvekili oldu.

O dönemde müthiş bir “övgücülük yarışı” vardı. Behçet Kemal yarıştan kopmamak için biraz daha abartıp, nihayet bir “Atatürk Mevlidi” yazdı:

“Ol Zübeyde, Mustafâ’nın ânesi/ Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!

“Gün gelip oldu Rızâ’dan hâmile/ Vakt erişti hafta ve eyyâm ile…

Geçti böyle, nice ay nice sene/ Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.

Merhaba ey baş halâskâr merhaba/ Merhaba ey ulu serdâr merhaba!

Ger dilersiz bulasız oddan necât/ Mustafâ-yı bâ Kemâl’e essalât!”

Çağlar, 1935’te Halkevleri Müfettişi, nihayet yedinci ve sekizinci dönem Erzincan milletvekili oldu.

Behçet Kemal Çağlar, “Atatürk Mevlidi” yazarken hukukçu, gazeteci/yazar, tüccar Moiz Kohen deboş durmuyor, haham oğlu haham (çünkü babası da kendisi de hahamdır) olmasına bakmadan “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü kaleme alıyordu:

“Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbâlini yoktan var eden Mustafa Kemâl’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahid analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına îmân ederim”…

Kimse “Hadi oradan” demedi. Tam tersine Türk Dil Kurumu üyeliği ve İstanbul Belediye Meclisi üyeliği ile ödüllendirildi. 

Şair Edip Ayel bir adım daha ileri gitti. Atatürk’ü önce “peygamber”, sonra “tanrıya eş”, nihayet (hâşâ) “Allah” ilân etti:

“Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe,

Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.

Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun,

Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.”

“Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi,

Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî…

Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses,

İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!”

İlhami Bekir de aynı mantıkla şiirler döşedi:

“İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağa,

Toprağın haritasını çizdi bayrağa;

Allah değil, o yazdı alın yazımızı.”

Nerede duracağı belli olmayan anlamsız bir “övgü yarışı” vardı. Mehmed Âkif, Necip Fazıl, Nazım Hikmet gibi birkaç şair bu yarışakatılmadı, ama başlarına gelenler “pişmiş tavuğun başına” bile gelmedi! 

Anlayacağınız, “övgücü” taifesinden kurtulmak pek kolay değil: Baksanıza Atatürk bile onlardan kurtulamamıştı! 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23