• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Resneli Niyazi’nin geyiği Selahattin Demirtaş’ın sazı

07 Temmuz 2015
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

19 Mart 1877’de ilk Meclis-i Mebusan Sultan Abdülhamid tarafından büyük bir merasimle açılmıştı. Yeni bir umut, taze bir başlangıçtı. Padişah’ın görkemli açılış nutkunu, Padişah adına Mabeyn Başkâtibi Küçük Said Bey okudu. 

Sultan II. Abdülhamid nutkunda yeni yapılanmadan duyduğu memnuniyeti anlatıyor, Meclis’e başarılar diliyordu.

Fakat umulan olmadı. Çünkü Birinci Meşrutiyet Meclisi’nin yapısı renkli, ama tutarsızdı: Anadili Türkçe olan milletvekili sayısı yüzde 50’yi dahi bulmuyordu.

Nitekim yürümedi. Azınlık temsilcileri kendi istiklallerinin peşine düştüler. Devlet zarar gördü. Padişah da Meclis’i süresiz tatile soktu.

Bir süre sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne mensup subaylar ayaklandı. Binbaşı Enver Bey’in (meşhur Enver Paşa’mız) arkasından Kolağası Resneli Niyazi Bey de ayaklanıp dağa çıktı. Tek dertleri Sultan Abdülhamid’i devirmekti. Geleceğe ilişkin bir projeleri ve teklifleri yoktu. “Abdülhamid gidecek, her şey yoluna girecek” diyorlar, bol bol “Hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet” sloganları atıyorlardı. 

Seçim öncesinde bazı tv. kanallarının, HDP eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı sazlı-sözlü programlara çıkardıklarını ve “iyi adam”, hatta “tam bir barış ve hürriyet kahramanı” imajı vermeye çalıştıklarını görünce, Resneli Niyazi Bey’i düşündüm.

Gerçi Niyazi Bey’in sazı yoktu, Selahattin Bey kadar da düzgün konuşamıyordu, ama dönemin muhalif medyası tarafından meşhur edilen ve “geyik hazretleri” denilen ehil bir geyiği vardı: Resneli Niyazi’nin merhameti, insan ve hayvan sevgisi geyik üzerinden vurgulanırdı.

Aslında kendi ordusuna ve devletine isyan etmiş bir “âsi”den başka bir şey değildi. Üstelik dağa çıkarken hem kışla kasasını, hem de silah deposunu soymuş, depodan kişi başına iki tüfekle bol miktarda cephane, kışla kasasından ise 550 altın almıştı. Bu para ve cephaneyi kendi dindaşlarını, vatandaşlarını vurmakta kullanacaktı.

Ama dönemin muhalif medyası bu gerçeği görmezden geliyor, sırf Abdülhamid’e muhalefet ettiği için Resneli Niyazi’yi “Kahraman-ı Hürriyet”, geyiğini ise “Rehber-i Hürriyet” ilân etmekte beis görmüyordu…

Aydınlara öyle bir basiret bağlanması ve öylesine bir Abdülhamid düşmanlığı hâkimdi ki, hiçbiri “eşkıyadan kahraman mı olur?” diye sorma gereği duymuyordu.

Gerçi halk kitlesi Abdülhamid yönetiminden memnundu, ama aydınlar sürekli saldırıyor, halkın kafasını da karıştırıyorlardı…

Övgülerden başı dönen Niyazi, fesinin ön kısmına “Vatan Fedâisi” yazdırarak fotoğraflar çektiriyor, “Osmanlı’yı Abdühmamid zulmünden gerekirse tek başına kurtacağı” yolunda gazetelere demeçler patlatıyordu. Niyazi’nin geyikli fotoğrafları şehirlerde kapış kapış satılıyordu (İstanbul/Fulya’daki Resneli Niyâzi İlkokulu girişinde, bu fotoğraflardan biri asılıdır).

Uzatmayalım, bu tür baskılardan bunalan Sultan II. Abdülhamid nihâyet II. Meşrûtiyet’i îlân etmek zorunda kaldı.

Binbaşı Enver Bey de, Resneli Niyâzi Bey de dağdan indiler. “Geyik hazretleri” hâlâ Niyazi’nin yanındaydı…

Abdülhamid’e muhalif medyanın “Kahraman-ı Hürriyet” ilân ettiği Niyazi ile “Rehber-i Hürriyet” olarak selamladığı geyiği Selânik’te padişah gibi karşılandılar. Muhalif gazeteler, “Şu geyik bile hürriyetin kıymetini anladı” türünden “ironik” yazılar döşenip, Sultan Abdülhamid’e göndermeler yaptılar.

Daha sonra Niyazi ve “muhterem geyiği” başkent İstanbul’a geldiler. Gülhâne Parkı’nda ziyâretçilerini kabul ettiler. Geyiği yakından gören aydınlar alkışlarla ortalığı inletti. Hz. Musa kavminin altın buzağıya yaptığı gibi, bir secde etmedikleri kaldı.

Muhalif gazeteler, “Kahraman-ı Hürriyet Resneli Niyazi Bey ve Rehber-i Hürriyet geyik hazretleri şehrimizi teşrif ettiler” gibisinden türlü manşetler attılar.

Gazetelerin birinci sayfalarını “geyik hazretleri”nin boy boy fotoğrafları süsledi. Geyik o kadar ilgi çekti ki; Veliaht Reşad Efendi bile görmek istedi (geyik muhabbeti deyimi o günlerden kalmadır). 

Ayrıca o yıl (1908) dünyaya gelen erkek çocukların çoğuna Enver ve Niyazi, kızlara da Meral (geyik)isimleri verildi (bu sene doğanlara “Selahattin” ismi verilir mi, bilmiyorum). O kadar yani…

Bir ara bayraklarla süslenmiş trenle Bursa’ya gitti. Devrin Bursa vâlisi Azmi Bey tarafından merasimle karşılandı. Şerefine verilen ziyâfette elinden düşürmediği kamçısını kürsüye vura vura yaptığı konuşmada, bu zaferi tek başına kazandığını söyledi. Bu konuşma onun sonunu hazırladı. 

Mahmud Şevket Paşa, “Anadolu gezilerini iptâl ederek derhal İstanbul’a dönmesi”ni emretti.

Döndü ve eski arkadaşları tarafından terk edildiğini gördü. Kullanıldıktan sonra bir kenara atılmıştı. Siyasete küstü, Resne’ye dönüp çiftçilik yapmaya başladı. Bir kavgayı ayırmaya çalışırken de vurularak öldürüldü (1913). Kavga muhtemelen bunun için çıkarılmıştı. Kim vurduya gitti.

Ondan geriye “Ne şehittir ne gazi… hiç yolunda gitti Niyazi” sözü kaldı.

Geyiğini sorarsanız şehir hayatına dayanamamış, Niyazi’den önce ölmüştü.

Bir süre sonra imparatorluk da ölecekti.

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23