• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

“Zengin” ve “meşhur” olmak mı, “adam olmak” mı?

19 Ocak 2016
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

İki üniversite bitirdiğini ve dört lisan bildiğini söyleyip böbürlenen birine “keşke biraz da haddini bilsen” demek zorunda kalmıştım...

Âlime sormuşlar: “Efendim en iyi neyi bilirsiniz?” 

Âlim iki kelimeden oluşan kitaplık bir cevap vermiş: “Haddimi bilirim!” 

Haddini bilmeyen nice âlimin silinip gittiğine şahidim. Bunun sebebini bize Yunus Emre açıklıyor:

“İlim ilim bilmektir/İlim kendin (haddin) bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Ya nice okumaktır?”

Bu konuda Sultan II. Abdülhamid’e izafe edilen bir söz var ki, hakikatin tâ kendisidir: “Bilmek güzeldir: Haddini bilmek ise daha da güzeldir!”       

“Adam olma”nın kuralları aslında çok basit: Saygını koruyacaksın, sevgini göstereceksin ve haddini bileceksin!

“Haddini bilmek gibi irfan olmaz” demişler. Had bilmeye “İslâm’ın altıncı şartı” da derler ya hani, o kadar önemli.

Haddini ve kadrini bilene Hz. Âli Efendimiz’in duası var: “Kadrini bilene, haddini bilene, aczini bilene ve sözünü bilene Allah Rahmet eylesin!”

“Adam” olmayaen büyük engel, gurur:Gurur aynı zamanda insanı had bilmezliğe de sevk eder.      

Toparlayalım: İlminiz var da irfanınız yoksa, paranız var da şükrünüz yoksa, şöhretiniz var da hikmetiniz yoksa, makamınız var da kıymetiniz yoksa, yok sayılırsınız! 

Meşhur kıssadır: Kendisinden bir şey isteyip istemediğini soran İmparator İskender’e, “Gölge etme başka ihsan istemez” diyen meşhur filozof Diyojen (Diogenes), gün ortası elinde fenerle dolaştığını görenler hayretle sormuşlar:

“Ne yapıyorsun?”

Cevap ezeli hasretimizi arayışın simgesi gibidir: “Adam arıyorum!”

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de aynı gerçeği daha mütevazı ve Müslümanca ifade etmiyor mu? O da gün ortası sokaklara düşmüş, o köşe senin bu köşe benim, fellik fellik bir şeyler arıyor...Koskoca âlimin bu arayışını merak edip, sormuşlar: “Hayrola, ne arıyorsun?”

“Kendimi” demiş, “kendimi arıyorum, gören var mı?” 

Eski insanla yeni insan arasındaki asıl fark burada sanırım: Zamane insanları başkalarının kusurlarını aramaktan, kendilerini aramaya (düşünmeye ve idrak etmeye) fırsat bulamıyor. Dolayısıyla kendini de bulamıyor... Dünya, kendini kaybetmişler dünyası!

Eski insanımız yine de talihliydi, hiç olmazsa önlerinde örnek alınabilecek seviyeli insanlar vardı. Şimdiki insanımızda bu da yok. El yordamıyla yaşıyoruz!

Politikacılar kavgalarıyla terör estiriyor... Terör ise her türlü ahlâksızlığa çanak tutuyor. Medya siyaset, futbol, magazin, terör ve ekonomi tartışmaktan, bunların üreten olgulara değinmeye fırsat bulamıyor!

Oysa dünyanın temel sorunu, insan! Ülkeler “adam gibi adam” yetiştiremiyor.

Maddî mülâhazalar mânevî dünyayı aşındırmış. Manevi dünyası aşınmış toplumlarda “her yol mübah”, “her şey meşru” anlayışı yaygınlaşır: “Günah-sevap”, “meşru-gayrimeşru”, “iyi-kötü” ayırımı ortadan kalkar... 

“Çok para kazanmak” tek değer ve tek amaç haline gelir. Tabiatıyla uyuşturucu kaçakçılığı ile silâhlı terör dâhil tüm uygunsuzluklar ve yolsuzluklar artar.

Her şeyi para belirliyor. Fazilet bir eski zaman hasreti gibi: Etrafımız tümüyle endeks. Dindar ailelerin ağzında bile ekonomik terimler dolaşıyor. 

Artık “adam olmak” değil, “zengin” olmak önemli! 

Başta komşuluk olmak üzere temel hasletlerimiz bir biri ardına ölüyor. Aile içi ilişkilerimize bile menfaat hâkim: Zaten evlilikler de ekranlarda yapılıyor.

Eskiden böyle miydik?.. Ne daracık evlerde ruhu sıkan eşyaların saltanatı, ne başköşede zehir kusan televizyon, ne tüm varlığımızı kontrol eden internet ve cep telefonu, ne görenek belâsı alınıp vitrinlere dizilen incik-boncuklar, ne hızlı, ama sorumsuz hayatın getirisi olan trafik kazaları, ne uyuşturucu bağımlılığı, ne birahane-diskotek tuzağı vardı...

İki kilim, üç somya, birkaç sandalye ile daha mutluyduk!  Otomobilimiz yoktu, ama bacaklarımız sağlam, havamız temizdi...

Şimdiki “Site”lerin ve “Rezidans”ların yerinde, cephesi kıbleye bakan bahçeli, evlerden oluşan mahallelerde otururduk...

Birbirimizi tanır, selâmlaşır, dertleşir, “mahalleli” kavramının tadını çıkarırdık... Birbirimizin gırtlağına basmaz, “imece” usulüyle zorlukların üstesinden gelirdik... İlâç nedir bilmez, stresi, depresyonu, panik atağı tanımazdık...

Asfalt yerine çamura basardık, ama çevre yeşildi; ağaç altında yemek yeyip buz gibi pınar suyu içerdik.  Elbiselerimiz son moda değildi belki, ama içimiz-dışımız birdi; riyakârlık, had bilmezlik yapmazdık.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23