• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Zirveye tesadüfen çıkılmaz!

09 Temmuz 2018
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Osmanlı bir “Töre Devleti” kuruyor. “Din”den sonra “töre” geliyor: Başta Padişah olmak üzere, “kanun-u kadim”, yani “töre”, herkesi bağlıyor. 

Hiç kimsenin kudret ve kuvveti “mutlak” değil. Özellikle padişahlar denetim altındadır ve kanunlarla törelere uymak zorundadırlar.

Padişahlar savaş ve barış ilanı hakkından bile mahrumdurlar. Bunun için ulemanın onayını almak gerekiyor (Sultan Dördüncü Mehmed, Macaristan savaşını erteleyememiştir).

İsrafa ve sefahate meyleden padişahlar, ulema fetvasıyla hallediliyor (Tahttan indiriliyor). Avrupa’daki gibi istibdat ve mutlakıyet yoktur, insanlık vardır.

Sultan Birinci Mahmud Devri Reis-ül-Küttablarından (Dışişleri Bakanı diyebiliriz) Emârzâde Hacı Mustafa Efendi’nin, Fransız Sefiri Marquis Villeneuve’e söyledikleri meşhurdur: “Aslına bakarsanız, Osmanlı Devleti, adı henüz konmamış bir cumhuriyettir.”

Büyüme devrinde padişahların, şeyhülislâmları görevden alma yetkileri yoktur, ama şeyhülislâmlar padişahları azletme yetkisine sahiptir.

Osmanlı devlet sistemi, pek çok yabancı düşünürün tetkik ve tescilinden geçtiği üzere “mutlakıyet” değil, insanı merkez alan ve insana değer veren, bugünkü anlayışa yatkın demokratik bir yapıdır.

İnsanı merkez alan anlayışın kaynağı Kur’an’dır ve Kur’an hükümleri zulüm ve istibdat meyline karşı en büyük engeldir. Bu yüzden padişahlar ve yöneticiler zulmü bir yöntem olarak benimsememişler, bu yoldaki bazı münferit hareketleri ise şiddetle cezalandırmışlardır.

Her padişah, tahta çıkar çıkmaz, Kur’an’a ve töreye bağlı kalacağına yemin eder. Bu yemini Şeyhülislâmlık ve halk denetler.

Halkın iradesi padişahın nüfuz ve kudretinden üstündür. Bu yüzden padişahlar zaman zaman kıyafet değiştirip halkın içine karışmakta, talep ve değerlendirmeleri birinci elden almaya özen göstermektedirler.

Osmanlılarda en nüfuzlu insan padişah değil, Şeyhülislâmdır. Şeyhülislâmın herhangi bir kararına padişahın itiraz etmesi sözkonusu bile olamazken, padişahların iradesini reddeden pek çok şeyhülislâm vardır.

Resmi tarihin “Deli” ilân ettiği Sultan İbrahim, bugünkü Türkiye’nin 20 katından daha büyük bir devlet (Osmanlı Devleti) yönetiyor ve casusları vasıtasıyla, tüm dünyayı dinliyor: O kadar ki, Papa’nın günde kaç kez tuvalete gittiğini dahi biliyor... Bu konuda ortaya çıkan belgeler, Batılı yazarları hayretler içinde bırakıyor (Meselâ Robert Anhegger’in, “Martoloslar Hakkında” isimli eseri)…

Sultan IV. Mehmed devrinde (1670’ler) bile, Osmanlı topraklarının en uç noktasındaki Komaniçe Kalesi fethedilmek istenince, casuslar vasıtasıyla kalenin balmumundan bir maketi yapılıp sultana getiriliyor ve onun üzerinde fetih planları yapılıyor. Osmanlı Devleti, bu derece teknik çalışıyor (Mithat Sertogıu, “Martolos”, Osmanlı Tarih Lügatı, Ankara 1986).

Bu sahada en fazla papazlar kullanılıyor, yeni bulunan belgeler ışığında Kanuni’nin, Protestanlığın kurucusu Martin Luther’i, birçok bölgenin idarecilerini martolos (casus) olarak kullandığı ortaya çıkıyor (Zeki Pakalın, “Martulos”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü Il, İstanbul 1986).

Osmanlı, casuslarından aldığı kritik bilgileri hayata geçirerek, düşman topraklarının derinliklerinde bile operasyonlar yapıyor…

Belirlenen askeri hedefleri vurarak akıncı birliklerine, yani bugünkü adıyla özel kuvvetlere sahip bulunuyor. 

Sultan Abdülhamid’in, sonradan Yunanistan Başbakanı olan Venizelos’u bile Osmanlı lehine casus olarak kullandığı belirtiliyor (Milan Vasic; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Martoloslar”, (trc.Kemal Beydilli), TD. XXXI).

Zirveye tesadüfen çıkılmaz! Çıkıldı diyelim, altı yüz sene durulmaz.

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23