• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Zekeriya Say
Zekeriya Say
TÜM YAZILARI

Mustafa Akaydın, bari bu kez sussaydın!..

09 Ağustos 2017
A


Zekeriya Say İletişim: [email protected]

Mustafa Akaydın’ı genellikle;

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında, Almanya’dan ithal ettiği ve fıçılar dolusu biranın su gibi içildiği “hasat bayramı” olarak da bilinen “Octoberfest”ten hatırlıyoruz.

Fakat Akaydın’ın tanınırlığının öncesi de var.

Mustafa Akaydın, girdiği rektörlük seçiminde en yüksek oyu alarak 5 Temmuz 2004’te 10. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer tarafından Akdeniz Üniversitesi rektörlüğüne atanmıştı.

İsmi sık sık gazete köşelerine yansıyan Akaydın’a, mütareke basını “çılgın” diyordu.

Nedeni ise;

Rektörlüğü sırasında Akdeniz Üniversitesi'ndeki 20 bin öğrenciye “Şu Çılgın Türkler” adlı kitabı ücretsiz olarak dağıtmasıydı.

Fakat asıl “çılgın”lığı,

Rektörü olduğu üniversitede düzenlenen bir toplantıda;

"Sorunlar; vahiy ile değil, akıl ve bilimle çözülür!

Kur'an, akıl ve bilimle çelişiyor!" diyerek yapmıştı.

Öyle ya,

Halkının yüzde doksan küsuru Müslüman olan bir ülkede bir rektörün kalkıp, Kutsal kitabımız hakkında;

"Kur'an, akıl ve bilimle çelişiyor!" demesi, çılgınlık değil de nedir?

Bu iddiasını ise;

“Mesela Kur’an-ı Kerim’de ‘Museviler ve Hıristiyanlarla ilişki kurmayın’ diyor. Başbakan gidip Hıristiyan ve Musevilerle işbirliği yapıyor. Oysa bu ilişki Müslümanlara yasaklanmış” şeklindeki bilimsel(!)

örnekle izah etmesi ise ayrı bir “çılgınlık”tı. Zira bu kadar cahilce bir örnek ancak Akaydın’ın sahip olduğu ilimle verilebilirdi.

***

Akaydın, rektör olarak üstüne vazife olmayan bu tür işlerle ilgilenirken, onun mesuliyeti altında olan Akdeniz Üniversitesi’nin yerleşke sınırları içerisinde, 19 yaşındaki bir kız öğrenci 3 alçağın tecavüzüne uğruyordu.

Kartelozlar da;

“Sayın rektör yıpranmasın” diye bu alçak ve organize saldırıyı “sapık paniği” gibi sıradan başlıklarla verip, olayı örtbas ediyorlardı.

İşin daha da vahim kısmı ise;

olayın üzerinden henüz bir hafta bile geçmemiş ve o masum kızın gözyaşları kurumamışken,

Mustafa Akaydın, Çankaya’da, kendi cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in verdiği kokteyle katılıp; ''Sayın Cumhurbaşkanı'nın konuğu olduk. Çok mutlu olduk, onur duyduk” deme yüzsüzlüğünü gösteriyordu.

***

Mustafa Akaydın isminden en rahatsız olduğum dönem ise, ÜAK’ın başına geçip, “başörtüsü”ne karşı amansız bir mücadele verdiği ve adeta ülkede “yeni bir 28 Şubat ortamı oluşturmaya” çalıştığı 2005-2008 yılları arasıydı.

Mustafa Akaydın,

başkanlığını yaptığı Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK)’un üyeleri;

Fatih Hilmioğlu, Mustafa Yurtkuran, Yücel Aşkın, Ferit Bernay,  CHP kürsüsünde cübbesiyle konuşma yapan ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut  ve  “Türkler keşke Müslüman olmasaydı” diyen Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı gibi isimlerle ülkenin seçilmiş iktidarına karşı adeta savaş başlatmıştı.

Buradan aldığı cesaretle,

“Her özgürlüğün bir sınırı var” diyor ve Erdoğan’ı kastederek;

 “Türbana gücü yetmez “ söleriyle meydan okuyordu.

***

Akaydın’ın bu  “had bilmez”liği,  6 Ağustos 2008’e, yani;

Yapılan rektörlük seçimlerinde  en yüksek oyu alarak 1’inci aday seçilmesine rağmen, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından üzeri çizilip, ıskartaya çıkarıldığı güne kadar sürdü. Sonra da “dut yemiş bülbüle döndü” ve köşesine çekildi.

***

İster inanın ister inanmayın, o sıralar;

“Acaba Mustafa Akaydın nerelerde?” diye düşünürken,

CHP tarafından;

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday  gösterildi.

Kanserli karısını hasta yatağındayken boşayıp, kızı yaşında bir şarkıcı-gazeteci ile evlenen reklamcının;

“Yaparsa Hoca yapar!” sloganı ile yürüttüğü kampanya sayesinde Akaydın  seçimleri kazandı ve belediye başkanı seçildi.

***

Akaydın’ın “başkan” seçilmesiyle, kendine yakışan icraatlara imza atması uzun sürmedi:

İlk icraat olarak “başkanlık” görevini teslim aldığı AK Partili Menderes Türel’i Selda Bağcan’ın “yuh olsun’ şarkısı ile uğurladı.

Ardından Antalya’yı çıplak Venüs heykelleriyle donattı.

Heykelleri “çıplak” buldukları için ateşe veren Antalyalıları; "cinsel yetersizlik”le suçladı.

O yıl Akaydın’ın birinci, Antalya’nın ise 46. “Altın Portakal Film Festivali”ne ilk kez haciz geldi.

“Halkçı” kimliğini konuşturan Akaydın, suya iki kez üst üste yüzde 10 zam yaptı.

O yoğun gündem arasında; “Türkiye'nin tek güvencesi TSK kalmıştır. Demokrasi aşığı olarak söylemek istemezdim ama tek güvenilecek kurum TSK'dır” diyerek “darbe goygoyculuğu” yaptı.

Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın GATA’ya alınmaması skandalını; “Camiye ayakkabı ile girilmiyorsa GATA’ya da başörtülü girilemez” diyerek, kutsadı.

İlk kez düzenlediği ve biranın su gibi tüketildiği ‘Oktoberfest’ rezaletine katılan 4 üniversiteli gençten biri öldü. Oralı olmadı.

Bosna savaşıyla ilgili söylediği çirkin ifadeler nedeniyle tepki toplayan yönetmen Emir Kusturica’yı “Altın Portakal Film Festivali”nin “jüri başkanlığı”na seçti.

Gelen tepkiler üzerine çekilmek zorunda kalan Emir Kusturica’ya bu sefer de “fahri hemşehrilik” teklif ederek yediği herzeye bir de “tüy” dikti.

“Halkkart” projesi iflas etti. Toplu taşımada, bozuk kartlar nedeniyle otobüs şoförlerinin kart okutmak yerine nakit para almak zorunda kalması, Antalya’da toplu ulaşımı felç etti.

Yetmedi!

 Ulaşıma yüzde 40’ı aşan toplu zam yaptı.

Bu da kesmedi!

Üstüne birde şoförlere hakaret ederek; “Şoför milleti aptaldır” dedi.

Bir ara dürüstlüğü tuttu, “Partim istedi, belediyeyi CHP’lilerle doldurdum” diyerek “kadrolaşma” itirafında bulundu.

2011 yılında eğlenceye 50 milyon gibi devasa bir bütçe ayırdı fakat Kurban Bayramı öncesi çalışanlarının maaşlarını yatırmadı. İşçiler bayrama 5 kuruşsuz girmek zorunda kaldı.

2013’te, Altın Portakal Film Festivali’nde ücretsiz “prezervatif” dağıttı, masrafları; belediye iştiraki olan Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV)’na fatura etti.

Belediye’nin kasasında para kalmayınca makam odasındaki televizyonu haczedildi.

Seçimler yaklaştıkça kaybetme korkusundan olsa gerek, ağzını bozdu, Ak Partili rakibine; “Sen kimin çocuğusun” diyerek hakaret etti.

17- 25 Aralık kirli operasyonu sonrası katıldığı bir tv programında;

Fetullah Gülen’i ziyaret etmek için Pensilvanya’ya gittiğini ve çok etkilendiğini söyledi. 

Yeniden aday olduğu Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini kaybetti. Partisi tarafından;

"Antalya'da CHP değil kibir, şişik ego kaybetti" diye eleştirildi.

Görevi devredeceği sırada  “belediyeye ait evrakları yaktırdığı” iddia edildi. Bu iddiayı ise; “Menderes Türel’e temiz bir belediye bırakmak için evrakları yaktık” gibi saçma bir gerekçeyle izah etmeye çalıştı.

Görevi devrettikten sonra, “Kepezaltı Sahipsiz Hayvan Barınağı”nda ölen yaklaşık 3 bin 500 hayvanı  “krematoryum cihazı” alarak yaktırdığı ortaya çıktı.

Son olarak, Sayıştay tarafından; Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki icraatları nedeniyle kamu zararı oluşturduğu gerekçesiyle 10 milyon lira tazminata mahkûm edildi.

***

***

Yazının başında da belirttiğim gibi,

“Yaparsa Hoca yapar!” sloganıyla kazandığı Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden,

 “Antalya’nın içine yaparak” ayrıldı.

Eh bu kadar icraatın mükâfatı da;

Bu sefer de CHP’den Antalya Milletvekili seçilmesi oldu.

***

Mustafa Akaydın, şimdi de kalkmış “milletvekili” sıfatıyla;

15 Temmuz şehitlerini kastederek;

“O ölen 250 vatandaşımızın katili devlettir.” 

15 Temmuz darbe kalkışması için ise;

“Tiyatral darbe teşebbüsü”  demiş.

Doğrusunu söylemek gerekirse;

Akaydın’ın bu açıklamasını görür görmez aklıma gelen ilk şey;

“Akaydın, acaba şimdi de nereye yapacak!” sorusu oldu.

Zira ne zaman konuşsa muhakkak bir yerleri berbat ediyor.

Bekleyip görelim…

Nasılsa yakında kokusu çıkar!..

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23