AKİT MENÜ

Okur Postası

'Abdülhamid, Mehmet Akif, Said Nursi, Elmalılı Hamdi bir de Tayyip Erdoğan'

Gazetemiz okurlarından İdris Günaydın / Giresun "Abdülhamid, Mehmet Akif, Said Nursi, Elmalılı Hamdi bir de Tayyip Erdoğan' başlıklı yazısını bizimle paylaştı.

Abdülhamid cennet mekanı anlayabilmek için o günün basınını (matbuat) iyi analiz etmek, analiz yaparken basının tesirini, Mehmet Akif Ersoy, Said Nursi, Elmalılı Hamdi Yazır gibi günün münevverlerinin duruşunu iyi bilmek, tüm bunlar üzerinden Cumhuriyet dönemi siyasi hayatını iyi tahlil etmek ve oradan Sayın Recep Tayyip Erdoğan reisimizi iyi anlamak gerekir.

Müslümanlar ve basın (medya)

Yeni Şafak’ta, hocaların hocası Prof. Hayreddin Karaman da yazdı. Ben biraz ilave edeyim: Kitap ve sayfa verilen peygamberler çağlarının yazılı kaynağı ile(belge) desteklenmiş olarak halkın karşısına güçlü olarak çıkmaktaydı. Peygamberler güçlü bir belge ile müeyyed iken muhalif/inkarcılar dedikodu ile hareket ediyorlardı. Belge(vahiy) her zaman dedikoduya galip geliyor ve yalnız başına tebliğe başlayan peygamber muhalif çoğunluğun kurulu düzenini sarsıyordu.
Peygamberimiz, Prof. Karaman üstadımızın da değindiği vechile, ilk tebliğ yıllarındaki aradığı münevverane desteği o günün Arabistan’ında hakim ve yaygın olan şiir geleneğinden istifade ile şairliği ile temayüz etmiş Hassan b. Sabite şirki ve putperestliği yeren, tevhidi öven şiirler söyleterek buluyordu.
Üstadımız Hayrettin Karaman’ın yazısından o bölümü olduğu gibi aşağıya alıyorum:

“Hassân b. Sâbit’in (v.60/680) İslâmiyet’i kabul etmesiyle Müslümanlar, şöhreti Hicaz bölgesini aşıp diğer Arap topraklarına yayılmış olan güçlü bir şair kazanmışlardır. Hassân’ın bundan sonraki hayatı tamamıyla Resûl-i Ekrem’in yanında geçmiş, en güzel şiirlerini onun için söylemiş, artık fahriyyelerinde Allah’ın Resulü’nü savunmakla övünmüştür.

Resûl-i Ekrem’le birlikte Müslümanlar, ilk dönemlerden itibaren Kureyşliler’in ve onları destekleyenlerin hem fiilî hem de sözlü saldırılarına mâruz kalmakta, müşrik şairlerin hicretten sonra da devam eden hicivleri onları üzmekteydi. Bu hicivlere aynı yöntemle karşılık vermenin gerekli olduğu kanaatine varan Resûl-i Ekrem Müslümanlardan bu konuda kendisine yardım etmelerini istemişti. Bu isteği Hassân b. Sâbit, Kâ’b b. Mâlik ve Abdullah b. Revâha yerine getirmekle beraber özellikle Hassân’ın hasımlarına yönelttiği, Câhiliye devrinin kokuşmuş değer yargılarını ve soy saplantılarını dile getiren hicivleri son derece etkili oluyordu.

Böylece şiirleriyle İslâmiyet’e büyük hizmetlerde bulunan Hassân hakkında Hz. Peygamber, “Hassân’ın fıtrî kabiliyetini ve ilhamını Rûhulkudüs teyit ediyor” demiş, ayrıca onun için “Allahım, Hassân’ı Rûhulkudüs ile teyit et!” şeklinde dua etmiştir (Buhârî, “‘İlim”, 68, “Bed’ü’l-halk”, 6, “Megazî”, 30, “Edeb”, 91).
Bu sayede müşrikleri hicveden şiirleri Resûlullah’ın, “Bu hicivler onlara karşı oktan daha etkili olacaktır” şeklindeki iltifatına mazhar olmuştur (Müslim, “Fezâ’ilü’s-sahâbe”, 157).

Resûl-i Ekrem Hassân’ın şahsına ve sanatına çok değer verirdi; hatta şiirlerini okuması için ona Mescid-i Nebevî’de bir minber tahsis etmişti…”

(Karaman Hayrettin...Bak, son makalesi)

Felsefe sahasında da böyleydi durum. Fikirlerini yazılı hale getirebilenler bir ekol oluşturmuşlardır tarihte. O ekoller günümüze kadar fikri ekol/okul olarak devam ede geldi.

Biz Müslümanlar, kitlelere tarih ve toplumsal hafıza olabilecek hususlarda, toplumu doğru bilgilendirecek konularda eksik kalmışız bence...

Mesela İmam-ı A’zam gibi büyük bir müçtehit, koca bir deha fetvalarını ve görüşlerini yazılı hale getirmemiş, Allah’tan ki talebelerinin kitaplaştırması ile fetva ve diğer görüşleri elimize ulaşmıştır.

Mesela Osmanlı’da tarih yazıcılığı hicri 850 yılına, yani Aşikpaşazade’ye kadar ciddi anlamda ete kemiğe bürünmemiştir.

Osmanlı'nın sonlarına doğru

Osmanlı’nın son yıllarında çok açık ve net bir durum karşımıza çıkmaktadır.

Basın, alabildiğine ve güçlü bir şekilde Abdülaziz’in, Abdülhamit’in aleyhindedir. Osmanlı’yı yıkmak, padişahı ve makamı hilafeti itibarsızlastırmak için, tezvirat kabilinden sürekli yayın yaparken;

Hristiyan Batı dünyasını Osmanlı aleyhine sürekli kışkırtırken;

Osmanlı mülkünde gayrimüslimleri ayaklandırırken;

Tiyatro denilen sanatsal faaliyetler yavaş yavaş Osmanlı milletinin gündemine girerken;

Moda dergileri evlere girmeye, toplumda taban bulmaya, bununla birlikte Avrupa’nın müstehcenlik kültürünün de taban bulmasına başlarken;

Darül Elhan ile müzik, özellikle Batı müziği de ilgi görmeye başlarken;

Her yeni ve ruhu tatmine yönelik gelişme aslında yıkıcı bir mesaj taşırken: Batılılaşmak veya Batılılaştırmak gayreti Osmanlı milletinin kalbinde kara delikler oluşturmaya başlamıştı.

Müslümanlar, Müslümanca düşünce bunların hiçbirinde yoktu, hiçbir yerinde yoktu. Yani Müslümanlar edilgen durumda idi etken değildi.

İşte o yıllarda İslam’ı ve hilafeti savunan bazı önemli edip, şair, mütefekkir ve alimler, maalesef halifenin yanında duracakken tam karşısında durdular!

Mesela; Mehmet Akif Ersoy gibi bir şair, Said Nursi gibi mütefekkir/alim, Elmalılı Hamdi Yazır gibi, Babanzade Ahmet Naim gibi, İzmirli İsmail Hakkı gibi müfessir edipler... Abdülhamid’e düşman safta yer aldılar.

Said Nursi’nin daha sonra bu fikrinden vazgeçtiği söylenir! En doğrusunu Allah bilir.

Mehmet Akif Ersoy’a gelince; Akif merhumun Safahat’ında, Köse İmam ve Asım şiirlerinde yer yer Abdülhamid’e çok galiz ağır ifadeler yer almaktadır.

“Yıldız’daki baykuş, ödlek, kızıl kâfir, ağzı balgamlı, hayvan, domuz, azgın canavar ...”

Tüm bunlar Mehmet Akif Ersoy’un Köse İmam ve Asım şiirlerinde Abdülhamid’e yakıştırmalarıdır. Doğru söylemek gerekirse çok sevdiğim Akif’in bu yakıştırmaları beni ziyadesiyle üzdü. Sonra bu şiirleri bir kaç vecheden tekrar tekrar okudum. Akif’in Abdülhamid’e bakışını tahlil eden makaleleri okudum.
Önce Abdülhamid düşmanı Akif noktai nazarından, sonra devrin ahvaline uygun bir empati ile sonra İslam şairi Akif gözüyle, nihayet cahillik etmiş bir Akif gözüyle değerlendirdim. Karşıma şu sonuçlar çıktı:

1- Akif gerçekten bir İslam şairidir.

2- Müslümanların, tek dişi kalan canavar karşısındaki ahvali onu derin tefekküre ve arayışa itmiştir.

3- Asım şiirindeki Abdülhamit’e hakaretleri kendi düşünceleri değil, başkasından (Hocazade) duyduğu sözlerdir. Nitekim şiirin bir yerinde, “İyi amma niçin sarmıştınız etrafını hep?” diye bir soru sorar Akif... Yani, madem bu kadar kötüydü de niçin yanından ayrılmıyordunuz?!

Devamında da çare olarak Asım tiplemesini gösterir. Gösteren Akif’in kendisidir.

Ben öyle anladım!

Burada sanki Abdülhamid’i Oflu Balkan Hoca üzerinden eleştiren Hocazade’ye Akif itiraz eder gibidir.

Bu biraz benim için teselli edici görünse de Köse İmam şiirinde, Köse İmam’ın ağzından hakaret edilmekte fakat cevabı verilmemektedir.

4- Akif, belli ki; devrinin mevkutelerinin etkisinde kalmıştır. Kendisi de bir mecmuanın (Sebilurreşad) yayıncısı olduğu halde o günkü basın dünyasının siyaset ve toplum üzerindeki te’sirini kavrayamamıştır.

5- Velev ki; Akif merhum, buradaki ağır hakaret içeren dizelerinde başkalarını konuşturup (intak) kendisi ma’sum olsa bile, açıkça pişman olduğunu beyan eden bir dönüşü olmamıştır. Halbuki; Rıza Tevfik “Sultan Abdulhamid’in ruhundan istimdat” başlığıyla müthiş bir pişmanlık şiiri yazmıştır.

Namık Kemal: “Neredesin Abdülhamit! Gel ve bizi yine Taife sür, Magosa’ya sür, Rodos’a sür de insan gibi yaşayalım” diyerek pişmanlık ve özlemini dile getirmiştir.

İttihatçıların üç paşası Enver, Cemal, Talat... Mezarı başında ağlamışlar, “seni bilememişiz” demişlerdir.

6- Şayet Akif merhum, eleştirilerinden rücu etseydi bile, şahsen bu beni yine kesmez, kalemiyle ve kadrosuyla, mecmuasıyla Abdülhamid-i Sani’nin yanında yer almasını isterdim.

Hulâsa; basın koca Osmanlı’nın yıkılışını hazırlamak noktasında, devletin direklerini ve kolonlarını tarumar etme hususunda önemli görev üstlenmiştir.

Bu cümleden olarak Elmalılı Hamdi Yazır gibi bir âlime Abdülhamit için ha’l fetvası verdirilebilmiştir.

Yani, at izinin it izine karıştığı durumlarda velimiz kerametsiz, mütefekkirimiz tefekkürsüz, alimlerimiz basiretsiz bir pasiflikle boşluğa bakan aynalar durumuna düşmüşlerdir...

Bugün dördüncü kuvvet kabul edilen basın ilk ve en büyük darbeyi o gün vurmuştur. Müslümanların beynine, İslam’ın kalbine...

Yorumlara Git

Bilal Erdoğan: Cumhurbaşkanımızı güçlü kılsaydık İsrail soykırım yapamazdı! Geldiğimiz nokta ne oldu?

Google ve Apple devrede: Sıfır gün güvenlik açığını acilen yamalamaya başladılar! İşler rayından çıktı

Av. Yaşar Baş kaçak döküm belgeleri ile ilgili bir paylaşım yaptı: İddianamede teker teker sayılmış...

BAE’den Rum Kesimine Skandal Ziyaret! Şeyh Zayed Güney Kıbrıs’ta, İhanete imza attı

Trabzonspor-Beşiktaş canlı anlatım