AKİT MENÜ

Medya

Ball gibi yalan! Türk futbolu neden dibe vuruyor

Takvim gazetesi yazarı Ergün Diler, futbolun toplum üzerindeki etkisini ele aldı. Diler, futbolun insanların kimlik arayışında bir kaçış yolu sunduğunu belirtti. Yüksek bütçeli futbol kulüplerinin ekonomik olarak daha zayıf rakiplerine yenilmesinin altını çizen Diler, Türk futbolunun yapısal sorunlarına dikkat çekerek, sistemin iflasını vurguladı. Ergün Diler, şunları kaydetti:

2024-08-30 11:30:13

Takvim gazetesi yazarı Ergün Diler, futbolun toplum üzerindeki etkisini ele aldı. Diler, futbolun insanların kimlik arayışında bir kaçış yolu sunduğunu belirtti. Yüksek bütçeli futbol kulüplerinin ekonomik olarak daha zayıf rakiplerine yenilmesinin altını çizen Diler, Türk futbolunun yapısal sorunlarına dikkat çekerek, sistemin iflasını vurguladı. Ergün Diler, şunları kaydetti:

"Modern hayatlar, köyleri, kasabaları küçültüp şehirleri büyütüyordu. Şehirler BATIDA tanımlandığı gibi bölge bölgeydi. Merkezde varlıklı insanlar yaşarken çeperlere doğru gelir düzeyi azalmaktaydı.

Merkezden uzaklaşıldıkça sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel farklılık baş gösteriyordu. New York da Rio da Berlin de Paris de İstanbul da böyleydi. Şehirlerin kalabalığını oluşturan kitleler kentin yükünü çekenlerdi. Evden işe gitmek için çaba harcayan da kirasını elektriğini doğal gazını aidatını karşılamak için çırpınan da temiz havaya suya ulaşmak için didinen de çocukları için güvenli ve özenli eğitim isteyen de bu insanlardı... Yaşamla girişilen mücadele çok kez insanı yorgun düşürmekteydi.

Mağlubiyetlerle dolu öyküler, eksik kalmış hamleler, sonu gelmeyen hayaller kişilerin kendini tanımlarken zorluk çekmesine de neden oluyordu.

Oysa modern dünyada KİMLİK şarttı!

FUTBOL bunların en kestirme yoluydu!

Galatasaray-Fenerbahçe- Beşiktaş...

3 bin TL'ye alınan formanın yanına konulan kombine ELİT KART efekti yaratıyordu.

Maç günü hiç olmadığı kadar keyifli başlangıç yapılıyor, hazırlıklara start veriliyordu. 90 dakikalık karşılaşma için BİR GÜN harcanıyordu. Mesele asla ve kat'a sadece FUTBOL değildi. Hiç olmamıştı... Büyük şehirlerin içinde kaybolan, istediği hedefe gidemeyen, zorluklardan haftada bir gün de olsa kaçmak isteyenler, STADYUMLARA koşuyordu.

Hiç tanımadığı, hiç görmediği, memleketini bilmediği, daha ötesi adını sormadığı insanlarla omuz omuza veriyor, şarkılarla, türkülerle, marşlarla GERÇEK HAYATTAN alamadığını almaya çalışıyor, bulduğu KİMLİK'le bunu haykırıyordu.

Üzerindeki forma renkleri ona bu geçiş üstünlüğünü veriyordu. Evini zor geçindirse de her şey istediği gibi gitmese de yeşil zeminde top peşinde koşturan yılda 8-10 milyon EURO kazanan futbolcuya küfür etme özgürlüğünü yakalıyordu.

PROTESTO hakkını ele geçiriyor, bazen kişisel bazen kitlesel tepkileri esirgemiyordu.

Çekinmiyordu. Hayatın normal akışında karşılaşmayacağı futbolcuya yöneticiye başkana yakın durabiliyor "GİDER" yapabiliyordu!

Bulunduğu atmosferde her şeyden önce YALNIZ OLMADIĞINI görüyordu.

Stadyumları dolduranlar da onun gibiydi. Herkesin hayatla bir savaşı vardı. Bu çok kez hatırlanmak istenmezdi.

Unutmak güzel ve masrafsızdı.

Futbol bu hizmeti sunuyordu.

Maç bittikten sonra ekranları dolduran eski golcüler, kaleciler, hakemler, yöneticileri izlemek de işin sos kısmıydı. Şov kısmıydı! Tiyatro kaldığı yerden devam ediyordu. Evdeki formalı psikoloji, günün bitmesi için gerekliydi. Çünkü sabah gerçek hayat, gün ışığıyla birlikte herkesi kucaklayacaktı...

Garip bir şekilde son dönemde takımlarımız İSVİÇRE ekipleriyle karşılaştı.

AVRUPA'da üst frekansta devam etmek için onların aşılması gerekiyordu. Önceki akşam GALATASARAY'ı izledim. Beşiktaşlı olarak... Sarı Kırmızılılar, yıllık 75 milyon EURO maaş bütçesine sahipti.

Karşısındaki Young Boys ise oyuncularına yılda 13 milyon EURO ödüyordu. Young Boys 63, G. Saray ise 209 milyon EURO'luk kadrolara sahipti.

Daha da ilginci, Galatasaray'da ICARDI'nin yıllık maliyeti 14 MİLYON EURO'ydu. Yani Young Boys'tan fazla... Gabriel Sara 18, Elias Jelert ise 9 milyon EURO'ya mal olmuştu. İsviçre ekibi ise sadece 1.6 milyon EURO bonservis ödemişti. Sarı Kırmızılılar son iki sezonda AVRUPA'da 6 maçta tek galibiyet almıştı.

Yenildiği takımlarla EKONOMİK uyuşmazlık yine aynıydı!

Young Boys, İstanbul'a geliyor ve rövanşta tek golle galibiyeti alıyordu. Kendi liginde ise en alt sıradaydı. 5 maçta 3 puanla tanışamamışlardı. Galatasaray ilk galibiyetleriydi! Bu tablo Fenerbahçe için de farklı değildi.

Lugano'yu zor bela geçiyorlardı.

Sarı Lacivertililer bu yıl transfere 50 milyon EURO harcıyordu.

Mourinho zaten büyük bütçenin ta kendisiydi. Lugano 35 milyon EURO'luk takımken Fenerbahçe kadrosunun karşısında 215 milyon EURO yazmaktaydı. Beşiktaş şimdi LUGANO ile karşılaşacaktı.

Kazansak da EKONOMİK gerekçelerin getirdiği bir üstünlük kuramıyorduk. NET!

Yöneticiler, yorumcular, hakemler, gazeteciler yani herkes sistemin devamı için bilerek ya da bilmeyerek çalışıyordu. "SİSTEM korunsun" diye FEDERASYON BAŞKANLIK SEÇİMLERİ de KULÜP BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ de sancılı geçiyordu. Yöneticiler kendi şirketlerinde yapmayacakları tüm hata limitlerini kulüplerde kullanıyorlardı. Borç dağ oluyordu! Alt yapı yoktu. Akıl ve bilim yoktu. Okul-kulüp-oyuncu ve Bakanlık arasında bir model kurulamamıştı. YENİ GELEN bulunamıyordu! Buna karşı ne hikmetse dönen para çok büyüktü! SANAL BAHİS ve buna yakın organizasyonların topu, yeşil sahalardan çok uzağa götüreli çok olmuştu. Yönetici-menajer ilişkileri ise ayrı bir paragraftı!

Statları dolduran binlerce insan, formasını üzerine geçirdiği kulübün başarısını kendi hanesine yazıp mutlu olacaktı. Onunla gurur duyacaktı. Kaçırdıklarının, baş edemediklerinin rövanşını belki böyle alacaktı. Sevinecek gözyaşı dökecek hiç olmadığı kadar yere sağlam basacaktı. İşine de evine de gururla girecekti...

VELİ TOPLANTISINDAKİ hali bile dikkat çekecekti.

Oysa bizdeki futbol günden güne eriyen bir buz kalıbıydı.

Topun hızı, oyuncu ritmi, mesafe algısı, dayanıklılık, oyun kurgusu gibi parametrelerde hep gerideydik. Her yıl getirilen, bir çuval para verilen TEKNİK ADAMLARDAN mucize bekliyorduk. Bunlar akıllı insanlardı. Bizdeki FUTBOLUN ruhunu anlamaları tribünleri çözmeleri en fazla iki maç alırdı!

Kontratlar zaten ceplerindeydi...

Tüm hikaye, kitlelerin umut edip, hayal kırıklığı yaşaması ve tekrar rüyaya geri dönülmesi üzerine kurulmuş gibiydi.

BUNCA PARAYA RAĞMEN NEDEN OLMUYORDU? KÖY TAKIMLARI KARŞISINDA BİLE TUTUNAMAYAN BİR HALE NASIL GELİYORDUK?

Kimse bunlarla ilgilenmiyordu.

Kaybedilen her maç satılacak yeni bir hayal için zemin oluşturuyordu.

Türk Futbol tarihinin en pahalı teknik adamı olan Jose Mourinho "Benim Türk futboluna adapte olmam gerekiyor. Oyuncularımın da zaman geçirmesi gerekiyor.

Sakatlık taklidi yapmaları gerekiyor. Tıpkı diğer herkesin yaptığı gibi" sözleriyle bizim FUTBOLUMUZU çözdüğünü gösteriyordu. Biz bunca parayı "bize adapte olsun" diye değil, "futbolumuz AVRUPA'ya adapte olsun" diye veriyorduk.

Birileri çıkıp YERDE YATAN FUTBOLU AYAĞA KALDIRMALIYDI.

Hayallerden gerçeğe dönüş başlamalıydı... Fakat aynı verilerle farklı sonuçlar gelmezdi!"








 
Yorumlara Git

Çin, Türkiye'nin başına bela oldu! Fabrikalar bir bir kapanıyor

Dışarı çıkarken iki kere düşünün! Komşu 2 il için kuvvetli yağış uyarısı

İran'dan yine içi boş tehdit: İsrail'in katliamı cezasız kalmayacak

Sözde hayvanseverlerden bomba ifşaatlar! ‘Bir gecede barda bitirdik paraları’

Ali Koç mu, Dursun Özbek mi? Birbirlerine ‘yok edeceğiz’ diyip duruyorlardı ama şimdi derbide harekete geçtiler artık…